Ukrayna Savaşı Sayılarla
Ukrayna Savaşı Sayılarla
Ukrayna'daki savaşın birinci yılında Rusya'nın kayıpları.
Türkiye

Bertelsmann Vakfı: Türkiye defacto diktatörlüktür

Türkiye ilk kez "otokrasi" olarak sınıflandırıldı

Bertelsmann Vakfı’nın Dönüşüm Endeksi‘nde Türkiye, “ılımlı otokrasi” olarak sınıflandırıldı. Raporda 137 ülke arasında 77’nci sırada gelen Türkiye için “de facto diktatörlük” nitelendirmesi yapıldı.

Bertelsmann Vakfı’nın 2004 yılından bu yana iki yılda bir yayınladığı “Dönüşüm Endeksi” (BTI) araştırması, dünya genelinde demokrasilerin zayıfladığını ortaya koydu. Demokrasinin zayıfladığı ülkeler arasında Türkiye de yer aldı.

Çarşamba günü yayınlanan raporun Türkiye ile ilgili bölümünde, 2017’deki anayasa değişikliği referandumunun ardından Haziran 2018’de yeni sisteme geçilmesiyle “Türk siyasetinde yeni bir dönemin başladığına” atıfta bulunularak “Parlamenter sistemin yerine aşırı güçlü bir cumhurbaşkanının mevcut olduğu yeni bir başkanlık sistemi geldi. Bu de facto diktatörlüğün, Türk demokrasisi ve dış politikası üzerinde etkileri oldu” ifadelerine yer verildi.

Endekste “yeni bir Türkiye’nin” oluştuğunun gözlemlendiği kaydedilirken, “Ülkenin iç politikası ve uluslararası ilişkilerinde radikal bir dönüşüm gerçekleşti” sözlerine yer verildi. Raporda, son dönemde yaşanan gelişmeler ışığında “Türkiye’nin artık bir demokrasi olarak sınıflandırılamayacağı” belirtildi.
Üç alanda düşük not

İncelenen ülkeler arasında Türkiye, “Demokrasi Statüsü” sıralamasında 10 üzerinden 4,9 puanla 77’nci sırada geldi. Bu puan ile Türkiye, orta kategori olan “ılımlı otokrasiler” grubunda sınıflandırıldı. Böylece Türkiye, Bertelsmann tarafından ilk kez “otokrasi” olarak sınıflandırılmış oldu. Buna basın özgürlüğünün kısıtlanması, insan haklarının ihlal edilmesi ve güçler ayrılığı ilkesinin saf dışı bırakılması gerekçe gösterildi.

Türkiye, söz konusu statü derecelendirilirken göz önüne alınan faktörler olan “devletin temel işlevlerini yerine getirme kabiliyetinde” 10 üzerinden 7, “siyasi katılım” alanında 5,80 ve “siyasi ve toplumsal entegrasyon” alanında 5,30 puan ile derecelendirildi. “Hukuk devleti” ve “demokratik kurumların istikrarlılığı” kalemlerinde ise Türkiye sırasıyla 3,50 ve 3 puan aldı.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika grubuna dahil edilen Türkiye’nin “Ekonomi Statüsü” değerlendirmesindeki puanı ise 10 üzerinden 6,1 oldu. Bu listede 50’nci sırada gelen Türkiye, orta seviye olan “sınırlı” ülkeler arasında yer aldı. Bu kategoride hesaba katılan faktörlerde Türkiye, “sosyoekonomik seviye” alanında 5, “pazar örgütlenmesi” alanında 7,8, “para ve mali istikrar” alanında 6,5 puan alırken, Türkiye’nin “özel mülk” notu 6,5, “sürdürülebilirlik” notu 4,5 ve “ekonomik performans” notu 6 oldu.

“Yönetişim (governance) Endeksi” sıralamasında ise 95’inci sırada gelen Türkiye, göz önüne alınan kategorilerden olan “uluslararası işbirliği” alanında 5,7 ve “uzlaşıya varma” alanında 3 puan aldı. Türkiye’nin bu sıralamadaki ortalama puanı da 10 üzerinden 4,1 oldu.
Koronavirüs durumu daha da kötüleştirecek

Bertelsmann araştırması, güçler ayrılığı ilkesinin son 10 yılda 60 ülkede gözle görülür biçimde zarar gördüğünü su yüzüne çıkardı. Değerlendirmeye alınan 137 ülkeden 74’ü demokrasi ve 63’ü otokrasi olarak nitelendirildi. Buna göre bu raporda demokrasilerin oranı yüzde 54 oldu. Bu oran, 2010 yılında yüzde 57 idi.

Araştırmayı yürüten uzmanlar, koronavirüs pandemisinin de bu trendi şiddetlendireceği görüşünde. Raporda buna örnek olarak Macaristan’da birkaç hafta önce yürürlüğe giren ve güçler ayrılığı ilkesinin geçici olarak ortadan kalkmasını beraberinde getiren acil durum yasaları örnek verildi. Bazı devlet liderlerinin otoriter yapıları sağlamlaştırmak için krizi kullanacağını savunan Bertelsmann uzmanları, “COVID-19 ile mücadele, yürütmenin daha da güçlü hale gelmesini teşvik ediyor” ifadesini kullandı.

BERTELSMANN VAKFI ‘TRANSFORMATION INDEX 2020’ RAPORU
Raporu hazırlayan Bertelsmann, özel bağımsız bir vakıf olarak 1977’de kurulan bir Alman Vakfı. Alman Vakıf sistemi, dünyada kendine has ve güçlü bir sistem olarak bugün karşımıza çıkıyorsa, Bertelsmann Vakfı’nın bunda ciddi bir payı vardır. Bu vakıf, bağımsız araştırmalarıyla meşhurdur. Eğitim, demokrasi, Avrupa, sağlık, değerler, ekonomi, yeni trendler başlıklarını irdeleyen, çok sağlam ve derin analizler yapan bağımsız bir vakıf. Toplumsal uzlaşı, sosyal adalet, toplumsal algıda göçmenler, demokrasi gelişimi gibi raporları ile toplumun resmini çeken, analizlere binaen çözüm önerileri sunan ve çözümün de bir parçası olmak için projeleri hayata geçiren bir vakıf.

Bertelsmann’ın herhangi bir araştırmasının “gerçekliği” -troller hariç- kimse tarafından tartışılmaz. Etik ve çalışma metodu olarak çok temiz çalışması ise meşhurdur.

BTI 2020’de Türkiye’nin Durumu: 10 puan üzerinden ifade edilmektedir.
Genel skor 5.51
(137 ülkeden 62. sırada)
Siyasal dönüşüm endeksi skoru 4.92
(77. sırada)
Ekonomik dönüşüm endeksi skoru 6.11
(50. sırada)
Yönetim dönüşümü endeksi skoru 4.05
(95. sırada)

BTI 2020 Raporunda Türkiye, demokratik ülkeler kategorisinden bir alt basamağa gerileyerek orta dereceli otoriter ülke kategorisinde yer almıştır.

Türkiye 2006 yılından bu yana en düşük genel skoru bu dönemde almıştır.

Türkiye’nin milliyetçi, İslamcı ve otoriter güçler tarafından şekillendirildiği kaydedilmekte, Erdoğan/AKP hükümetlerinin toplumu kutuplaştırma politikalarını sürdürdüğüne, iç politikadaki kutuplaştırmanın ülkenin uluslararası ilişkilerinde de etkisi olduğuna dikkat çekilmektedir

2016 sonrası KHK ihraçlarıyla idari ve kamu ile insan kaynakları yönetiminde önemli ölçüde gerileme yaşandığı belirtilmekte; 189 medya kuruluşun kapatıldığı, OHAL’in kaldırılmış olmasına rağmen, oto-sansür ve gazetecilere yönelik baskının devam ettiği kaydedilmektedir.

2016 sonrası Hükümetin Gülen Hareketi ile mücadelede kitlesel tutuklamalar ve ihraç politikası uyguladığı; ancak, orantısızlık boyutu göz önünde bulundurulduğunda bunun, hükümetin gücü Başkan’da toplamaya matuf politikasının bir sonucu olduğu belirtilmektedir.

2017 Anayasa değişikliğiyle otoriter bir başkanlık sisteminin görüldüğü, Erdoğan’ın yetkisini halktan aldığı söyleminin ise kendisine oy vermeyenleri dışlayan bir politika izlemesiyle tezat oluşturduğu ve bunun toplumsal kutuplaşmayı daha da derinleştirdiği belirtilmektedir.

BERTELSMANN VAKFI ‘TRANSFORMATION INDEX 2020’ RAPORU
TÜRKİYE BÖLÜMÜNE İLİŞKİN ÖZET BİLGİ NOTU
Almanya’nın önde gelen Vakıflarından olan Bertelsmann Vakfı, 137 ülkenin değerlendirildiği Transformation Index-BTI (BTI) 2020 raporunu, 29 Nisan 2020 tarihinde açıklamıştır (1.2.2017 – 31.01.2019 dönemi değerlendirilmektedir). İlki 2006 yılında açıklanan BTI Raporları iki yıl aralıklarla açıklanmaktır. BTI Raporları önde gelen Üniversite ve Düşünce Kuruluşlarında çalışan 300’e yakın uzmanın katkılarıyla hazırlanmaktadır.

Rapor 137 ülkeyi incelemekte, bu ülkelerdeki demokrasiye yönelik toplumsal ve piyasa ekonomisindeki dönüşümü değerlendirmektedir. 1/Siyasal Dönüşüm (5 kriter), 2/Ekonomik Dönüşüm (7 kriter) ve son olarak 3/Yönetim Dönüşümü (5 kriter) başlıkları altında toplam 17 kriter ile bunlara ilişkin 52 gösterge puanlandırma (10-en iyi ve 1-en düşük) usulü ile derecelendirilmektedir. Raporun metodolojisine ilişkin ayrıntılı bilgiye bu link üzerinden ulaşılabilir.

Küresel düzeyde artan eşitsizlikler ve baskıların, demokrasi ve piyasa ekonomisini tehdit ettiği başlığıyla basına duyurulan BTI-2020 raporunun Türkiye ile ilgili bölümünde öne çıkan hususlar özetle aşağıda sunulmaktadır.

1. GENEL DEĞERLENDİRME
– BTI-2020 Türkiye genel skoru 5,51. Bu bakımdan 62. sırada yer almaktadır (137 ülkeden). Siyasal dönüşüm endeksi skoru 4,92 (77. sırada), ekonomik dönüşüm endeksi skoru 6,11 (50. sırada) ve yönetim dönüşümü endeksi skoru 4,05 (90. sırada) olmuştur. BTI-2018: Türkiye genel skoru 7,3 (23.); Siyasal dönüşüm endeksi skoru 7,3 (33.); ekonomik dönüşüm endeksi skoru 6,1 (23.) ve yönetim dönüşümü endeksi skoru 6,1 (29.) şeklindedir.

– BTI-2020 Raporunda Türkiye, demokratik ülkeler kategorisinden bir alt basamağa gerileyerek orta dereceli otoriter ülke kategorisinde yer almıştır. Türkiye 2006 yılından bu yana en düşük genel skoru bu dönemde almıştır.

– Değerlendirme döneminin aynı zamanda ‘Yeni Türkiye’nin değerlendirmesi olduğu kapsadığı, bu süreçte iç politika ve uluslararası ilişkilerde radikal dönüşümlerin görüldüğü ve Türkiye’nin milliyetçi, İslamcı ve otoriter güçler tarafından şekillendirildiği kaydedilmektedir.

– Erdoğan ve AKP hükümetlerinin toplumu kutuplaştırma politikalarını sürdürdüğüne, iç politikadaki kutuplaştırmanın ülkenin uluslararası ilişkilerinde de etkisi olduğu ve bu bağlamda geleneksel müttefikleri olan ABD ve AB ülkelerle olan ilişkilerinde gerginliklerin yaşandığına, buna karşılık Rusya ile artan iş birliğine dikkat çekilmektedir.

1.1. SİYASAL DÖNÜŞÜM
– Devletsellik (Stateness), siyasi katılım, hukukun üstünlüğü, demokratik kurumların istikrarı ile siyasal ve sosyal uyum kriterleri altında, devletin güç kullanma monopolü (8 puan), devlet kimliği (8 puan), dini dogmaların siyasal sürece karışmaması (5 puan), temel idare (7 puan), özgür ve adil seçimler (6 puan), muktedir olma (10 puan), örgütlenme ve toplanma hakları (4 puan), ifade özürlüğü (3 puan), kuvvetler ayrılığı (3 puan), yargı bağımsızlığı (3 puan), görevini kötüye kullanma karşısında soruşturma (5 puan), sivil haklar (3 puan), demokratik kurumların performansı (3 puan), demokratik kurumlara bağlılık (3 puan), siyasi parti sistemi (6 puan), çıkar grupları (5 puan), demokrasinin onayı (n/a) ve son olarak sosyal sermaye (5 puan) göstergeleri incelenmiştir.

– Raporlama sürecinde PKK’nın ülke güvenliğine tehdit oluşturmaya devam ettiği ve Hükümetin bu süreçte bu örgütle mücadelesini daha yoğun bir şekilde sürdürdüğü, Irak ve Suriye ile olan sınırın ötesinde PKK ve uzantılarına ilişkin askeri müdahalenin aralıklarla devam ettiği; ‘2016 yılında gerçekleşen başarısız darbe girişimi’ sonrasında hükümetin öncelikli mücadelesinin Gülen Hareketi mensuplarını devlet yapılarından, özellikle askeri kurumlar ve istihbarat teşkilatından uzaklaştırmak olduğu kaydedilmektedir.

– Raporun bu bölümünde devamla, dini ve etnik azınlıkların halihazırda bazı özel görevlere gelmesinin engellendiği veya kariyerlerine set çekildiği, kültürel haklarda sınırlamaların özellikle OHAL döneminde devam ettiği belirtilmekte; 2017’de ilgili kanunda yapılan değişikle vatandaşlık elde etme hakkının basitleştirildiği, bunun sonucu olarak esasen geçici koruma altında olan 30.000 Suriyelinin Türk vatandaşı olduğuna işaret edilmektedir.

– Ayrıca, AKP hükümetinin politikaları neticesinde ülkenin ‘İslamlaştırıldığı’, İmam Hatip Okulların sayısal artışına, zorunlu eğitim kapsamındaki okul sayısının ülkedeki cami sayısının altında kaldığına (sırasıyla 65.568 okul – 90.000 cami) ve Sünni İslam’ın toplumsal, kültürel, mimarı ve bireyler arasındaki ilişkilerde dominant bir güce sahip olduğuna dikkat çekilmektedir.

– 2016 sonrası KHK ihraçları sonrasında idari ve kamu ile insan kaynakları yönetiminde önemli ölçüde gerileme yaşandığı belirtilmektedir.

– Nisan 2017 Referandumu ve Haziran 2018 seçimlerinin serbest ama adil olmadığına dikkat çekilmekte, bu konuda AGİT ile diğer uluslararası ve bölgesel kuruluşların açıklamalarına işaret edilmekte; ayrıca %10 seçim barajının (dünyada en yüksek seçim barajlarından biri) farklı görüşlerin siyasi yelpazede yer almasını zor kıldığı ifade edilmektedir.

– Örgütlenme ve toplanma özgürlüğü (4 puan) alanında özellikle 2016 sonrası sınırlandırmaların arttığı, Gezi-Protestoları ile başlayan ifade özgürlüğü (3 puan) hakkının aşırı kısıtlandığı, yine 2016 sonrasında 189 medya kuruluşun kapatıldığı, OHAL’in kaldırılmış olmasına rağmen, oto-sansür ve gazetecilere yönelik baskının devam ettiği kaydedilmektedir.

– 2017 Anayasa değişikliği ve ‘Türk usulü Başkanlığa’ geçiş ile birlikte kuvvetler ayrılığı (3 puan) ilkesinin önemli derecede zemin kaybettiğine; yargı bağımsızlığı (3 puan) alanında esasen 2010 yılında gerçekleşen Anayasa değişikliği ile başlayan gerilemenin 2013 yolsuzluk iddiaları ile 2016 sonrasında yargıda yapılan tasfiye sonrası zirve yaptığına; World Justice Project’in Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde (2018) Türkiye’nin 113 ülkeden 101. sırada olduğuna; ayrıca Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin 2017 Nisan itibariyle Türkiye’yi yeniden denetim sürecine aldığına işaret edilmektedir (Not: Denetim sürecinden çıkan ve tekrar giren tek ülke Türkiye).

– 2016 sonrası Hükümetin Gülen Hareketi ile mücadelede kitlesel tutuklamalar ve ihraç politikası uyguladığı; ancak, orantısızlık boyutu göz önünde bulundurulduğunda bunun uluslararası analistler tarafından da hükümetin gücü Başkan’da toplamaya matuf politikasının bir sonucu olduğu şeklindeki değerlendirmeye yer verilmektedir.

– 2017 Anayasa değişikliğinin ardından demokratik kurumları performansı (3 puan) ve bunlara bağlılık (3 puan) değerlerinin ciddi ölçüde azaldığı, demokratik bir başkanlık sistemi yerine otoriter bir başkanlık sistemin görüldüğü kaydedilmektedir. Ayrıca, buralarda gerileme yaşanırken Başkan Erdoğan’ın yetkisini halktan aldığı söyleminin ise kendisine oy vermeyenleri dışlayan bir politika izlemesiyle tezat oluşturduğu ve bunun toplumsal kutuplaşmayı daha da derinleştirdiği belirtilmektedir.

– Demokrasinin, Türk toplumunun öncelikli sorunu olarak addedilmediği, ana kaygının işsizlik, gıda fiyatlarındaki artış ve terörizmle, özellikle hükümetin ısrarla ‘FETÖ’ olarak adlandırdığı Gülen Hareketi ile mücadelenin olduğu ifade edilmektedir.

1.2. EKONOMİK DÖNÜŞÜM
– Raporun bu bölümünde sosyo-ekonomik bariyerler (5 puan), piyasa kurumu (7 puan), rekabet politikaları (7 puan), diş ticaret serbestliği (8 puan), bankacılık sistemi (9 puan), para istikrarı (6 puan), mali istikrar (7 puan), mülkiyet hakkı (6 puan), özel teşebbüs (7 puan), sosyal güvenlik ağı (7 puan), eşitlik (cinsel) fırsatı (6 puan), üretim gücü (6 puan), çevre politikaları (4 puan) ile son olarak eğitim politikaları ve Ar-Ge (5 puan) konuları değerlendirilmiştir.

– Değerlendirme dönemine ilişkin çeşitli istatistiklere yer verilen raporun bu bölümünde, Hükümetin 2016 darbe girişimi ve 2018’deki Türk Lirasının değer kaybetmesini müteakip, ekonomiyi kontrolü altına almak için bazı şirketleri, iş adamlarını ve siyasi muhalifleri hedef alan adımlara, TMSF’ye devir ve kayyım atamalarına dikkat çekilmektedir.

– Para ve mali politikalar kapsamında, 2017 sonrasında iki haneli enflasyon oranların görüldüğü orta vadede bunun devam edeceği, öte yandan Başkan Erdoğan ve ekonomik kurmaylarının Merkez Bankası üzerindeki baskıları ve müdahaleleri, bu kurumun şeffaflığına, öngörülebilirliğine ve güvenirliğine zarar verdiği, ayrıca, bunun TCMB’nın işlevini ve kurumsal bağımsızlığını azalttığı dile getirilmektedir.

– OHAL döneminde mülkiyet hakları konusunda yaşanan ihlallere (kurum ve özel) karşı hukuki başvuru yolunun neredeyse imkânsız oluşundan kaygı duyulduğu belirtilmektedir.

– Eğitim kalitesinin yetersizliğine de işaret edilen bu bölümde ayrıca, OHAL döneminde ihraç edilen öğretmen ve akademisyenler ile kapatılan okullar ve üniversitelere ve bunun uzun vadede olumsuz etkilerine değinilmektedir. Ayrıca, 2016 sonrası ülke dışına yapılan ‘beyin göçü’ konu alınmakta ve bunun da orta ve uzun vadede Türk eğitim sistemini olumsuz etkileyeceği dile getirilmektedir.

1.3. YÖNETİM DÖNÜŞÜMÜ
– Raporun bu bölümünde; yapısal sınırlamalar (5 puan), sivil toplum gelenekleri (6 puan), ihtilaf yoğunluğu (7 puan), önceliklendirme (4 puan), uygulama (5 puan), siyasi öğrenme (5 puan), varlıkların/değerlerin etkin kullanımı (5 puan), siyasal koordinasyon (6 puan), yolsuzlukla mücadele (4 puan), amaçlara dönük konsensüs (5 puan), anti-demokratik aktörler (3 puan), ihtilaf çözümü (2 puan), sivil toplum katılımı (2 puan), uzlaşma (3 puan), uluslararası işbirliği bağlamında desteğin etkin kullanımı (7 puan) ile kredibilite (5 puan) ve bölgesel işbirliği (5 puan) göstergeleri incelenmiştir.

– 2017 Anayasa referandumu, 2018 genel ve başkanlık seçimleri ile 2019 yerel seçimler ışığında seçim vaatlerin uzun vadeli siyasi planlamanın önüne geçtiği, hükümetin AB’ye tam üyelik söylemi ile icra edilen siyasetin çeliştiği belirtilmektedir. AKP hükümetinin temel kaygısının seçmenini konsolide etmek olduğu, bu cihetle de reform politikalarının yerini kısa vadeli seçim hedefleri aldığı dile getirilmektedir.

– AKP hükümetinin, muhalefete karşı en güçlü argüman olarak kullandığı ekonomik başarısının, Erdoğan ailesi ve yakın çevresinin de dahil olduğu 2013 yolsuzluk iddiaları sonrasında başlayan süreçle birlikte zarar gördüğüne, bu imajın zedelenmesi sonrasında Erdoğan ve hükümetinin daha milliyetçi bir söylem kullandıklarına, dış ve içteki düşmanlara yapılan vurgunun arttığına, bu söylemdeki ana argümanın ise harici düşmanlara ve ülke içindeki işbirlikçilerine karşın ‘güçlü bir liderlik’ söylemi etrafında yoğunlaştığına dikkat çekilmektedir.

– “à la Turca“ başkanlık sisteminin, AKP hükümetince daha etkili bir yönetim biçimi olarak lanse edilse de, esasen iç ve dış politikada siyasi karar alma ve uygulama bağlamında geleneksel bir ‘otoriter sistem’ olduğuna, farklı görüşlere ve eleştirilere büyük ölçüde sınırlamalar getirdiğine; ayrıca, çok sesli medya, çoğulcu sivil toplum ve etkin bir muhalefetin yoklunda yürütme erkinin etkin bir şekilde denetlenemeyeceğine işaret edilmektedir.

– Kamu personelinin liyakat sorunu, bu bağlamda OHAL dönemindeki ihraçların olumsuz etkileri, bunların yerine istihdam edilen personelde liyakatten çok hükümete bağlılığının kriter olduğu; diğer taraftan, entelektüel kesimin yurtdışına çıkışının önlenememesinin Türkiye açısından büyük bir değer kaybı teşkil ettiği dile getirilmektedir.

– 2013 sonrası yolsuzluk skandalı sonrasında hükümetin yolsuzlukla mücadele politikasında somut sonuç almaya dönük adımlar atmaktan imtina ettiği, yolsuzlukla mücadele edecek bağımsız bir kurum/kuruluşunun olmayışının yapısal bir sorun teşkil ettiği ve Türkiye’nin BM Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesini hayata geçiremediği kaydedilmektedir. Türkiye’nin Avrupa Konseyi GRECO (Yolsuzlukla Mücadele Ülkeler Grubu) bağlamında bazı adımlar attığını, ancak GRECO kapsamındaki tavsiyelerin büyük bir bölümünü yerine getirmediği belirtilmektedir.

– 2016 sonrasında AKP ve müttefiki MHP’nin çoğulcu değil, çoğunlukçu bir anlayış takip ettiği; ayrıca, parlamenter sistemden başkanlık sisteme dönüşümün ülkedeki otoriterleşme sürecini hızlandırdığı; Kürt sorununda siyasal uzlaşı yerine askeri ve güvenlik temelli politikalar tercih edildiği; öte yandan, Hükümetin ülke içindeki etnik, dini ve ideolojik ihtilaflarda taraf (Müslüman-Türk-Sünni) olduğu kaydedilmektedir.

– Gülen Hareketinin, Aralık 2015 sonrasında hükümetçe terör örgütü olarak kabul edildiği ve takipçilerinin hükümetin ağır baskılarına maruz kaldığı, özellikle 2016 sonrasında hareket ile uzlaşmaya ilişkin izlerin küçük dahi olsa görülmediği, bilakis aşırı bir şekilde üstüne gittiği belirtilmektedir.

– Türkiye’nin çok taraflı ve çok boyutlu bir diş politika izlediğine, NATO, AGİT, Avrupa Konseyi ve OECD gibi kuruluşlara üye olan Türkiye’nin 25 ülke ile yüksek düzeyli işbirliği mekanizmalarına sahip olduğu ve 20 serbest ticaret anlaşması bulunduğuna işaret edilmekte; ancak, geleneksel müttefikleri ile bozulan ilişkilerine karşın Rusya ile artan işbirliğine dikkat çekilmektedir.

– Türkiye’nin giderek artan otoriter tutumu ve Gülen Hareketini yok etme politikası bağlamındaki iç politika konularının, dış ilişkilerini de etkilediği, bunun Türkiye’nin batı ülkeleri ve NATO müttefikleriyle olan ilişkilerinde gerginliğe neden olduğu kaydedilmektedir.

– Eski Dışişleri ve Başbakan A. Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” politikasının iflasına değinilen raporda, Suriye’deki gelişmeler ışığında Türkiye’nin bu ülkedeki ‘yanlış’ müttefiklerine ve düşmanlarına, Ermeni “soykırımı” sorununa, Yunanistan ve AB ile ihtilaf konusu olan Kıbrıs konusuna da değinilmektedir.

2. STRATEJİK BAKIŞ: Raporda, mevcut Türk başkanlık sistemi ‘de facto diktatörlük’ olarak nitelendirilmekte ve bunun demokrasi ve dış politika bağlamında zorlukları beraberinde getirdiği, yeni yönetim şekliyle birlikte Türkiye’nin otoriterleştiği, temel haklar, hukukun üstünlüğü ve sivil özgürlükler alanında önemli ölçüde aşınmalar yaşandığı, bu cihetle Türkiye’nin demokratik ülkeler kategorisinde yer alamayacağı belirtilmektedir.

Toplumda var olan etnik, dini ve ideolojik ayrışmanın, Hükümetin uygulaya geldiği baskıcı politikalar neticesinde daha da arttığı ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirdiğine; fay hattının AKP taraftarları ile daha özgürlükçü, sivil haklar ve sosyal adaleti savunlar arasında geçtiğine; buna Kürt-Türk sorunu ile Sünni Türkler-dini azınlıklar arasındaki eşitsizliğin neden olduğu gerginliklerin de eklenmesi gerektiğine dikkat çekilmektedir. Bu gruplar arasındaki iletişim eksikliği ile farklı görüşlerin siyasi/toplumsal alanda yetersiz temsilin uzun vadede yönetimi büyük sorunlarla karşı karşıya getireceği kaydedilmektedir.

Raporda gerek otoriter Türkiye’nin tutumu gerek AB içi denge ve sınırlamaların, Türkiye-AB ilişkilerini transaksiyonel ve çıkar temelli bir boyuta taşıdığı; bunun AKP rejimine fayda sağladığı ve Türkiye’yi AB tam üyeliği sürecinden daha da uzaklaştıracağı, AB’nin demokratik ve hukuki reformlar bağlamında Türkiye’yi motive edecek ve uzun vadede ülkedeki sivil toplumu ve demokratik güçleri pekiştirecek tek merci olduğu belirtilmektedir.

Türkiye’nin jeostratejik konumu, büyüklüğü ve Suriye ile Irak’taki gelişmelere dahli, Türkiye’yi Ortadoğu’da önemli bir aktör kıldığı, ancak başarısının iç sorunlar ve harici siyasetindeki sınamalara bağlı olduğu, bu cihetle, Türkiye’nin çok taraflı girişimlere katılımını sağlamak amacıyla NATO ve AB gibi uluslararası platformların kullanılması gerektiği ifade edilmektedir.

Kaynak: BTI

Ukrayna Haber

Ukrayna'nın, ilk Türkçe haber sitesi.

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu
Ukrayna Savaşı Sayılarla
Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

BU HABERLER YAZILIRKEN NE MİLYARDER SERMAYE SAHİPLERİNDEN, NE DE ÇIKAR ÇEVRELERİNDEN DESTEK ALMIYORUZ… LÜTFEN REKLAM ENGELLEYİCİYİ DEVRE DIŞI BIRAKARAK SİTEMİZDEKİ GERÇEK HABERCİLİĞE DESTEK OLUNUZ... BU REKLAMLARA TIKLAYARAK GAZETECİLERİN BAĞIMSIZ OLMASINA YARDIMCI OLUNUZ... BAŞKA GELİRİMİZ YOK. DESTEĞİNİZ İÇİN, TEŞEKKÜR EDERİZ. PAYPAL: [email protected]