Ukrayna Savaşı Sayılarla
Ukrayna Savaşı Sayılarla
Ukrayna'daki savaşın birinci yılında Rusya'nın kayıpları.
Haberler

İşte dünyanın peşinden koşup da avlayamadığı, Ukraynalı!

Sarjına Mariya ‘Doğu Dünyası’ üniversitesi öğrencisi, 4. sınıfta okuyor. Yabancı dil öğrenmek için Kiev ‘Doğu Dünyası’ üniversitesine giren Mariya, üniversitede de Türkçeden ziyade İngilizce ve Arapça öğreniyor. Kendi ifadesiyle “seçtiğim bölümden çok memnunum. Özellikle de Türkçe hayatımda ayrı bir yer tutmaktadır.” diyen Mariya Sarjına’nın bu yılki 9.Türkçe Olimpiyatları’na finalist olarak katıldığı makalesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sevgi ve hürmetle, Aleksandr Abdullahov

‘Bir olimpiyat finalistinin gözünden, Grıgoriy Savıç Skovoroda’

Dünya tarihi belli dönemlerden ibarettir. Bir millet oluşur, büyür, gelişir, bir medeniyet halini alır, dünyaya en nadide meyvelerini sunar ve söner, son bulur. Son bulur fakat dünyaya armağan ettiği bu meyveler asırlarla paslanmaz, zayi olmaz, insanlığa hem iyi hem kötü günde ışık tutar, rehber mahiyetine bürünür. Bu tür yol göstericilerin ilk akla gelenleri Sokrates, Eflatun, Aristo, Konfüçyüs, Mevlana Celaleddin Rumi’dir ki bunların haricinde insanlığın en büyük hazinesi sayılan ne kadar çok sayıda yazar, fikir adamı, bilim adamı, şair, ressam vardır.

Ortaya koydukları sanattan ziyade onlar hem kendi milletlerinin hem tüm insanlığın sesi soluğu, ruhu ve şuuru olurlar ve en karanlık zamanlarda bile ulusları için ilham ve hayat kaynağına dönüşürler.

İşte bu dehalardan iri de Ukrayna’nın bir evladı, hayatını vatanına ve insanlarına adamış, ömür boyu onları bilinçlendirmek ve yüceltmek için çalışıp çabalamış büyük bir fikir adamı, yazar, müzisyen ve pedagog; Grıgoriy Savıç Skovoroda’dır.

Skovoroda her yönden örnek alınacak, saygı duyulacak, farklı alanlarda kendisini geliştirmiş bir şahıstı: düşünür ve fikir adamıydı, yazar, şair, eğitimci, müzisyen, Antik ve Orta Çağı hakkında bolca bilgi sahibiydi, Latince, Rusça, Yunanca, Aramice, Polonya’ca, Almanca olmak üzere birkaç dilde rahatça okur konuşurdu. Fakat buna rağmen yine de okumadan bilgilerini geliştirmeden bir dakika duramıyordu. Ukrayna ve başka ülkeleri dolaşıp hep bilgilerini paylaşır, hep başka insanların tecrübelerinden, yaşantılarından, kültür ve sanatlarından faydalanırdı. Birçok öğrencisi vardı. Zamanında Ukrayna’nın en büyük kültür ve eğitim merkezleri olan Kiev, Harkiv ve Pereyaslav’da öğretmen olarak görev yapmıştır.

Skovoroda’nın önemli bir prensibi vardı: sadece bilgi edinmek değil asıl amaç o bilgiyi paylaşmaktır.

Skovoroda, Poltava ilinin Çornuhı diye küçük bir kasabada doğmuştur. İlkokulu orada bitirip Kiev’e gitti. Kiev’de ise eğitimi o zamanın ilk ve en büyük üniversitesi, ilim ve kültür merkezi olan Kıyevo-Mogılanska Akademi’sinde sürdürdü.

İlahiyat, felsefe, müzik, şiir yazma sanatını öğreniyordu. Yüksek okulunun 2. sınıfını bitirdikten sonra üniversiteden bir heyetle Macaristan’a gitti ve orada 5 sene kaldı. Bu zamanı gene eğitim için kullanıp aynı zamanda Avrupa’nın önde gelen Bükreş, Bratislava, Viyana, Prag, Gale gibi şehirleri gezdi, İtalya’ya gitti.

Almanya’da iken en ünlü felsefe, mistik ve bilim adamlarıyla görüştü. Memleketine döndükten sonra Harkiv şehrine yerleşti ve bundan sonraki hayatı yazarın en verimli zamanı oldu. Eserlerin büyük bir kısmını orada yazdı. Aynı zamanda da öğretmenliğini de sürdürüyordu.

Skovoroda’nın faaliyet ve eserleri hakkında dünya çapında araştırma ve incelemeler yapılmıştır. Birçok eseri basıldı, başka dillere çevrildi, faaliyet, hayat, eserler, felsefesi hakkında birçok makale, kitap yazıldı. En yeni baskısı ise “Ukrainian Research İnstitute of Harvard University Shevchenko İnstitute of Literature national Akademy of Sciences of Ukraine” inisiyatifi olarak 1994’te çıkan ‘Works in Two Volumes. Poetry. Fables. Tractata. Dialogues’ diye iki ciltten ibaret olan bir eserdir.

Fikirleri ve yaşantısıyla saygı duyulacak ve örnek alınacak bir ömür sürmüştür. Elbisesi sade fakat temiz, evde de sadece yaşamak ve yazmak için ihtiyaç olan eşyası vardı. Zamanın kıymetine defalarca dikkat çektiği gibi, zaman kaybetmeme kuralına kendisi de uyarak günde sadece 4 saat uyuyormuş. Her zaman hareketli, güler yüzlü, her şeyden memnun, merhametli olup fakirlere özel şefkat gösterirmiş. Kendisini şöyle anlatıyorlar: ‘İnançlı fakat riyakâr değil, akıllı fakat gösteriş yapmayan, iyi ilişki kuran fakat iltifata kaçmayan bir insan’.

‘Bu dünyanın menfaatçilerinin sayısını arttırmamı mı bekliyorsunuz? Dünyadan uzaklaşıp güzel yiyip, güzel içip, yumuşak elbise giyip rahat ol diyorsunuz. Bana göre gerçek hizmet, az nimetle yetinip alçak gönüllü olmak, gereksiz şeylerden kurtulup gerçek hayati sıfatlarını kazanmak, nefsimi yenip kendimi korumak, insanlara tam sevgi verebilmek için kendi beğenmişliğimi yenmek, insan şöhreti peşinde değil de Allah rızası peşinde koşmaktır.’ ( M.Kovalınskıy, ‘G. Skovoroda’nın hayatı’).

Yüksek mevkileri de kabul etmedi Skovoroda, Harkiv Belediyesi başkanına cevaben: ‘Bana dünya biraz tiyatroyu andırıyor: sanatçılar güzel bir oyun sergileyebilmek için kendilerine yakışacak bir rol seçerler. Ben bunu çok düşündüm, kendimi denedikten sonra ise bir karara vardım: bu dünya tiyatrosunda sade, alçak gönüllü, kendi dünyasında yaşayan bir insandan başka bir rol üstlenemem. Bu rolü seçtim, aldım ve memnunum’ dedi.

Öğrencisi Kovalinskiy’nin anlattığı gibi öğretmenin üst sınıf insanlarla az görüşüp, kalabalıklardan, makam sahibi olan insanlardan uzak durmaya çalışırdı. Samimi ve sade insanlarla muhatap olur, toplantılarda en sonunda yer alıp kendisini fazla göstermez, çok konuşmazdı. Böyle bir yaşantıyı garip bulup tuzak kuran, entrika yapan, iftira atan, yolunu kapatmaya çalışan da çok oldu. Bu doğal olarak yazarı az da olsa etkiliyordu, son yıllarını küçük bir köyde geçirip orada vefat etti. Mezarına da böyle bir şey yazdırmayı vasiyet etti: ‘Dünya beni yakalamaya çalıştı fakat yakalayamadı.’

Skovoroda tüm dünya felsefesini öğrenip kendine özgü bir felsefe anlayışını kurdu. Temelinde Allah’ın varlığı ve kuvveti, insanın kendisini arayışı, kendi olması, nefsinin arzularından kurtulup ebedi mutluluğa kavuşması yatıyordu. Yaşadığımız dünyadan başka âlemlerin de olduğunu söylüyordu.

Üç âlemin teorisi diye bir fikri gelişirdi. Bundan başka çok önemli bir düşüncesi daha vardı: kendini arama, kendini bulma ve öğrenme düşüncesi. İnsan her iki tabiatını da öğrenebilir hem fiziki hem maneviyi, hem dış hem de iç dünyasını, hem yaşadığımız dünyayı hem de görmediğimiz âlemleri.

‘’Başkalarına iyilik yapabilmek, kötülükten koruyabilmek için insan o iyiliği ve kötülüğü kendinde bulup idare etmeyi öğrenmeli. Gerçek mutluluk da insanın içindedir o yüzden kendimizi iyice tanıyıp o mutluluğa sahip olmalıyız. Kendini tanımayan ve nefsine hâkim olamayan bir insanın farkı hayvandan fazla değildir’’,
  diyor Skovoroda.

‘’Kendini tanıyan bir insana her iş kolay gelir. İçini ve yaşadığı dünyayı bilen, ikisiyle barışık olarak yaşayan bir insanın özgüveni artıyor, yetenek ve becerileri daha da gelişiyor, kendi yolunu seçip dünyada olan vazifesini bilinçli olarak yerine getiriyor’’. (‘Nergis. Kendini tanıma sohbeti’, ‘Semfoni. Kendini bilmeyi anlatan, adı ‘Ashan’ olan bir kitap’)

Tabi böyle bir yaklaşımın benzerini başka dünya felsefelerinde de görüyoruz fakat Skovoroda’nınkinin önemi o zaman zor durumda olan Ukrayna milletinin ayağa kalkabilmesi, tekrar güçlenmesi için bir uyarı, bir güç getirmesidir. Yazar ilk vazifesi olarak milletine hizmeti görüyordu ve o amaca ulaşabilmek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Dünyadan topladığı tüm bilgileri, dinini, felsefesini halkın anlayacağı bir dilde kâğıda döküyordu.

Daha önce sıraladığımız özelliklere bakıldığında ve bu noktada da Skovoda’nın ne kadar çok bir Türk mütefekkiri ve yazarı olan Mevlana Celaleddin Rumi ile benzeştiğini farkına varıyoruz.  Millete hizmet, kolay anlaşılacak bir üslup ve gerekse edebiyata gerekse kültüre büyük bir katkı, halka yeni bir yaşam isteğini vermeleridir bu iki şahsı birbirine yaklaştıran. Skovoroda düşünceleri ile emperyalizmin baskısı altında yaşayan halkına yeni bir ufuk açısı, dünya bakışını, insani değerleri kazandırmaya çalışıyordu.

İnsanın kendisini bulmasını bir de çalışmakta görüyordu Skovoroda. Çalışmayı bereket, mutluluk ve tatminin kaynağı olarak yorumluyordu. Sadece insanın yaptığı işi sevmesi ve özveri ile çalışması gerekir ona göre. Zengin olma arzusunu ise memnuniyetsizlik, şikâyet, hüzün, düşmanlık, savaş, ihanet, hırsızlığın sebebi olarak görüyordu. ‘Dünyada bir tek zengin olmak, yemek, içmek, giyinmek için yaşayan ve başka bir şey düşünmeyen’ leri hazmedemiyordu.

Adaletle yönetilen, mutlu bir topluluk haline gelmenin yolunu eğitimde, okumakta görüyordu Skovoroda. O yüzden öğretmenliğini de hiç bırakmamaya çalışıyordu. Mevlana’da Skovoroda da ilme hayatlarında ve eserlerinde çok önem veririler. İlim ve çalışma Skovoroda’nın eserlerinin çoğunda geçer.

Örneğin arkadaşı Kovalınskıy’ya mektup yazarken şöyle der: ‘Hiç bir saat ilmi öğrenmek için elverişsiz değildir. Ve hem bu hem öteki dünyada faydalı olan ilmi sürekli olarak öğrenen hiç bir zaman ondan sıkılıp zorlanmaz, tam tersi zevk alır. İlmi düşünenler onu sevenler, sevenler ise hiç bir zaman onu öğrenmekte geri kalmazlar, dışarıdan hiç bir şey yapmıyormuş gibi gözükürlerse de onlar sürekli öğrenmektedirler. Burada sevgi de çok önemlidir. Sevgisi olmayanın her emel boşa gider.’

‘İlim insana rehberdir ve insan ilmiyle bütün varlıklardan üstün olmuştur. (Mesnevi, II:3361) Mevlana da ilmin ancak sevgiyle birlikte olduğu zaman insana ve insanlığa fayda getireceğini belirtir.

Fakat bilgi sahibi olmak için önce kendimizi bulup anlamalıyız. Yunus Emre’nin dediği gibi: ‘Sen kendini bilmezsen / Ya nice okumaktır.’ Kendini tanıma, keşfetme ve insanın kendisiyle barışık olarak yaşaması hem tasavvufta hem Skovoroda’nın felsefesinde ön planda gelen prensiplerdendir.

Skovoroda ‘Nergis. Kendini tanı.’adlı eserinde şöyle der:

‘Kendini bilip anlamamak kendini kaybedip mahvetmekle aynı manaya gelir. Evinde bir mücevher saklı da senin haberin yoksa o mücevherin hiç olmaması veya olması arasında bir fark var mıdır? Bu o mücevherin olmaması demek. İşte kendini arayıp bulmak bir insanı bulmak demektir. Sen kendini anlamazsan başkalarını nasıl anlayabilirsin?’

Bizim için önem taşıyan bir başka fikri ise tüm milletlerin, ırk ve dinlerin eşit tutulmasıdır. Burada da hemen aklımıza Mevlana’nın 72 millete kucak açması ve ‘Ne olursan ol, gene gel!’ seslenişi geliyor.

Skovoroda’nın tabiatının ve dünyanın ne kadar muhteşem bir ahenkle yaratıldığına fikirleriyle işaret etmesi, maneviyatını, iç dünyasını yitirmiş insanları yermesi, insanın özgürlüğünü savunup onu okuma ve çalışmaya teşvik etmesi, mevkileri ve maddi çıkarları küçük görüp insanların dostluk, barış ve kardeşlik havasında yaşamaları için uğraşması günümüzde de güncelliğini kaybetmiyor. Yazarın şahsiyeti, söz ve hareket birliği, manevi özgürlüğü, güçlü bir kültür seviyesi, insan ve dünya anlayışı bugünün gençlerinin de dikkatini topluyor, onlara ışık tutuyor.

Mevlana ve Skovoroda’nın dünya malı adına hiçbir şey bırakmayıp öteki dünyaya göçtüğünü biliyoruz. İkisi de sadece o gün için en acil ihtiyaç olan ile yetinip dünya zevklerine, zenginlik hırsına bağlanmamış. Çok sade giyinip az bir şey yer içer, günde bir iki saat uyurlarmış.

İkisinin de dünyaya bakışını Mevlana’nın şu ifadelerde bulabiliriz: ‘Gönlünü dünyaya veren, bir parça ekmeğe gönlünü satan gibidir.’ (Rubailer, 16)

‘Dünyaya bağlanan insan, âleme sultan olsa da, gerçekte ölüdür.’ (Rubailer,196)

‘Dünyaya âşık olanlar duvara akseden ışığın güneşten geldiğini idrak edemeyip duvara âşık olanlar gibidir. Işık duvardan çekilince ebedi hüsranla baş başa kalırlar. Ya da dünyaya sarılan kişi kuş zannederek kuşun gölgesini yakalayan avcıya benzetilir. ( Mesnevi, 1:1911-12).

Skovoroda da zenginliğin birçok insanın mutsuzluğuna yol açtığına inanıyordu. Zenginliği hayatın en mühim amacı edinenler ise amaçlarına ulaşamayınca elindekinin kıymetini bilmeyip hep mutsuz kalmıştır.

‘Versava ve şeytan arasındaki tartışma’ diye bir eserinde diyor ki: ‘Bir kuşun aç kaldığını gördünüz mü? Onun yemi her zaman hazır. O halde neden aç kalacağınızdan endişe duyuyorsunuz. Her gün nimetleri ile bizi şenlendiren Allah’a karşı nankörlük olmaz mı bu? O rızkı çıkartan biz miyiz? Gerekil, hayati bir ihtiyaç olandan hiç kimse mahrum kalmaz. Neden Yaratıcıya iftira atıyorsunuz? Yarattıklarını açlıkla yok eder mi hiç? Herkesin ekmeğini verendir O. Yeter ki sen az bir şeyle tatmin olmayı öğren. Lüzumsuz ve fazla bir şey arzulama. İhtiyaç olan bir şey değil de daha fazla olsun diye denizleri aşanlar var. Hâlbuki zoru ikiye katlıyorlar. Çünkü her sıkıntı lüzumsuz olandan doğar. Ya Rabbi! Hangi büyücü gözlerimizi kamaştırdı? Neden ihtiyacımızın olan az ve ucuz bir şey olduğunu, hırsın isteğinin ise bir günde bin yavru doğuran bir sülük olduğunu göremez olduk?’’

İki düşünür bir de kalp meselesinde hemfikirdirler. Yazarların ikisi de kalbe, onun temizliğine önemli bir rol tanır. ‘Gönül kirden, süsten temizlenirse, Hak güneşinin nuru orada parıldar.’ (Mesnevi, I:35) 

Ukrayna edebiyatından ise örnek olarak Skovoroda’nın ‘Kalbin huzuru’ diye bir eser vardır: ‘’Bu kalp huzuru dediğimiz şey nedir? Bazıları huzursuzken onu bulabilmek için mevkilerinden, sorumluluklarından, insanlardan kaçmaya çalışıyorlar fakat daha da bunalıyorlar çünkü aradığımız huzur kalbimizdedir. Kalbimizi temizleyince o huzuru keşfedebiliriz. Bu dünya imtihan yeridir ve hiç kimse sıkıntısız değildir. İster zengin ister fakir ol. İnsanlar bunu unutarak hayatlarından kaçıp başka sıkıntısız hayat arıyorlar. Sonra da çok pişman oluyorlar. Onlar tecrübesiz denizcilere benzer. Gemiden kaçıp kayaklara iniyorlar fakat korku ve endişe yine bırakmıyor onları çünkü bu duyguları içinde taşıyorlar, farkında değiller. Tatminsiz ruh da öyle durumundan memnun olmuyor o yüzden de nerede olursa olsun sıkıntıların kaynağı oluyor. Ben de diyorum ki: Temiz kalp neşeli ve mutlu bir hayatın kaynağıdır. Mutlu olabilmemiz için de o kaynağı arındırmaya bakalım o zaman dışarıdan hücum eden tüm dertlere şifa olan hayat sularına çevirebiliriz. Çünkü her şeyde bir hikmet vardır. Hayatımız başarı ve başarısızlıklarla dolu bir oyun gibidir. Fakat sağlam bir yürek bize gönderilenlerin hepsini lehimize çevirebilir. Kalbi kaybedenler ise hem bollukta hem fakirlikte azıyorlar. Onlar ne sıcaklığı ne de soğuğu çekebilen hastalar gibidirler. Faziletli insan ise musibetten bile hayat dersi çıkartır, faydasını alır. Onlar dikenli çiçeklerden bal toplayabilen arılar gibiler. Yani ilk önce acıyı tatlıya çevirebilmeyi öğrenmemiz gerek’’.

Henüz okul sırasındayken öğrenmiştim büyük atamızı ve sevmiştim engin dünyasını fakat üniversitede bir de Mevlana Celaleddin Rumi ile tanışınca adeta şaşkına döndüm. Ne kadar da benziyor bu iki dünya! Hayat felsefesi aynı, hayat amacı da bir, hayat tarzları da bir, değerleri bir, hatta düşüncelerini insanlara aktarma yolu bile bir, bir, bir…

Sonra kendime sormadan edemedim madem atalarımız bir bizler kendimizi neden farklı görüyor ve biliyoruz?

Bu farklı zamanlarda, farklı kültürlerde ve coğrafyalarda yetişen iki şahsiyeti birbirine yaklaştıran, barıştıran, benzeten nedir?

Düşündüm, düşündüm ve sonunda çok basit bir açıklamaya vardım: “insan” olmaları.

Farklı zaman ve mekânların ortak bir kaynağı vardır – evrensel değerler ve gerçek insan olma esprisi.

Biz de (aslında nispeten çok küçük bir yer tutan) farklılıklarımıza değil de, bizi insan kılan ortak özelliklerimize odaklanırsak işte o vakit zamanlar ve mekânlar yok olur.

İşte bu iki fikir adamı arasında nasıl bir köprü oluşmuşsa nasıl tüm kavga sebepleri ortada kaybolup erimişse, onlar nasıl bir dilde – gönül dilinde – konuşabilmişse biz de bir barış, huzur ve hoşgörü dünyasında kardeşçe, tüm farklılık ve benzerliklerimizle var olmayı bileceğiz…

“Beri gel, daha beri
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür bu savaş nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte.
Topumuz bir tek inciyiz, bir tek.
Başımız da tek aklımız da tek.
Ne diye iki görür olup kalmışız?
İki büklüm gök kubbenin altında, ne diye?
Şu beş duyudan, altı yönden
Varını, yoğunu birliğe çek birliğe!
Dünyada nice diller var, nice diller!
Ama hepsinde anlam bir
Sen kapları, testileri hele bir kır,
Sular nasıl bir yol tutar, gider,
Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
Can nasıl coşar, bunu canlara iletir.”


Mevlana Celaleddin Rumi

İşte dünyanın peşinden koşup da avlayamadığı Ukraynalı!

Ukrayna Haber

Ukrayna'nın, ilk Türkçe haber sitesi.

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu
Ukrayna Savaşı Sayılarla
Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

BU HABERLER YAZILIRKEN NE MİLYARDER SERMAYE SAHİPLERİNDEN, NE DE ÇIKAR ÇEVRELERİNDEN DESTEK ALMIYORUZ… LÜTFEN REKLAM ENGELLEYİCİYİ DEVRE DIŞI BIRAKARAK SİTEMİZDEKİ GERÇEK HABERCİLİĞE DESTEK OLUNUZ... BU REKLAMLARA TIKLAYARAK GAZETECİLERİN BAĞIMSIZ OLMASINA YARDIMCI OLUNUZ... BAŞKA GELİRİMİZ YOK. DESTEĞİNİZ İÇİN, TEŞEKKÜR EDERİZ. PAYPAL: [email protected]